10 Aralık 2011 Cumartesi

The Big Lebowski (1998) - Hey, Ahbap

forum resmi

Noir veya neo-noir kalıpları arasına sıkışmış çok sayıdaki senaryoya can veren ana karakterler, çeşitli olayların içerisinde debelenirken öykünün kaptanlığını üstlenememekten yakınır; emir veren değildir dalgaların ortasında sürüklenen bir yolcu gibidir. Fakat çözüme ulaştırılacak entrika yumağı konularını da tere yağından kıl çeker gibi sonuca bağlar. Türün formülasyonuna uymayı neredeyse reddeden The Big Lebowski, sinema dünyasındaki en marjinal suç öykülerinin arasında yer almaktadır. Absürt mizahla yoğrulmuş bu kara film parodisi zengin bir adam, çekici bir kadın, kaçırılan bir eş, fidye öyküsü, iri kıyım Vietnam gazisi ve tembel mi tembel pasifist Jeff Lebowski’yi barındırıyor bünyesinde. Biraz önce Jeff Lebowski mi demişim, sakın ha, aman söylemeyin; The Dude (Ahbap) kendisine Lebowski denmesinden hiç mi hiç hoşlanmaz. Üstüne basa basa Ahbap isminin yakıştığını kaç defa zikretmişti. Sizler de ağızlarınızı kapalı tutarsanız hemencecik filme gireceğim, biraz sabırlı olun


Film, Ahbap hakkında bilgi veren dış sesin ne anlatacağını unutup cümleden cümleye zıplayan, ardından birden sessizliğe bürünmesi ve en sonunda Ahbap’la karşılaşacağımız âna kadar Los Angeles sokaklarında kamerayla kolkola gezişimizle açılır. Anlatıcın davudi sesinden kaynaklanan epik film girişi, seyirciye destansı öykülerin yenilmez kahramanıyla karşılaşacağız izlenimini yaratan nüktelerin alaycı taklidinden de fazlası değildir. Tüm Los Angeles sokaklarında takip ettiğimiz rüzgarın yuvarladığı çalılıkla da Coenlerin filmin arka şablonunu oluşturan kara film destekli yapıya western unsurları enjekteleyerek çok farklı türlerin kırmasından giriş iskeleti oluşturmayı seçmeleri Amerikan kültürünün etkilerini anımsatır. Zaten filmin giriş bölümünde araya giren Birinci Irak Savaşı’nın t.v görüntülerinin ve Ahbap’ın rüya sekansındaki Saddam’ın ayakkabıcı rolüne sokulmasıyla, alttan alta savaş dönemi Amerikası’nın etkilerini bireyler üzerinde takip edilmeye soyunulduğu izlenimi de yaratılmaktadır. Fakat filmde baskınlık yer yer durum komedisine yer yer de absürt mizahın avucuna bırakıldığından siyasi mesajlarının keskinleştirilmesi Coenlerce de izin verilmez. Kardeşlerin sinemasındaki en önemli filmlerde hissedilen savaşın bir köşesinden tutan ama filmin irdelenmesine gelince hiç varolmamışlık anlayışı filmin altmetinsel hikayesine göz yummakla eşittir.

Ahbap’ın burnunu soktuğu karışık öykü ağını çözme gibi hiçbir vasfı bulunmaması filmin üzerine sinen siyasi altmetinli kara film öyküsünün sivriltilmemesine yanıt vermeyişini de açıklığa kavuşturur. Minimal siyasi çıkarımının tam karşıtının da Ahbap karakterinin aşırı larj, eğlenceli diyaloglarıyla gizlendirilmesi Coen sinemasının tipik özelliğidir. Her zaman sıradan seyirci kitlesinin gözünü hoşluklarla doldururken bir yandan yetkin sinema severlerin bam teline dokundurulmadan filmin bitirilmesi de ihmal edilmez. The Big Lebowski’deyse 70’lerin çiçek çocuklar dönemini hâlâ atlatamamış ama Birinci Irak Savaşı umurunda olmayan pasifist Ahbap’ın kahkaha sekanslarıyla örülü hikayesine yoğunlaşılır. Tek derdi arkadaşlarıyla bowling oynamayı, White Russian kokteyli içmeyi hayat felsefesi hâline getirmiş bu karakterin bir kaçırılma öyküsüne atanan dedektif misali nam salacağını kim bilebilirdi ki?
forum resmi

Üstelik polislik mesleğinin yanından bile geçmemişken. Hem işsiz, hem fazlasıyla vurdum duymaz bir adamın kaçırılma hikayesindeki sürüklenme evresini başlatan neydi? Halı. Evet, yanlış okumadınız bir halı. Hani Yeşilçam filmlerimizde duyarız ya “Bir insanlık yapalım dedik başımıza gelmeyen kalmadı” sözlerinin Amerikanvari tam karşılığı Ahbap’ın “Halımı isterim ben” tavrıyla beraber başına gelmedik işler açacaktır. Üstelik “Odayı da iyi toparlıyordu“ pişkinliğine de pes demek geçiyor içimizden. Coenlerin sineğin yağına kadar yararlanmayı ihmal etmediği senaryo yazım kabiliyetleri en absürd olayları en keyif verici anlara direksiyon kırdırtır seyirci koltuğunda. Ahbap’ın içinden çıkılmaz olayları silsilesini başlatan da halısına işenme talihsizliğinin getirdiği soy isim benzerliğinden fazlası değildir. Karıştırılan asıl Lebowski’yse, Ahbap’ın yaşamını sürdürdüğü işsizlik maaşının kat be kat misliyle yaşamaya alışmış dolar milyonerinin de ta değildir. Feminist kızından daha genç bir kadınla da evliliği, Ahbap’la arasındaki sınıf farkını iyice yontsa da Ahbap’ın gamsız ve rahat davranışları arasında kaybolur gider. Yine de ne olduysa olur milyoner Lebowski’nin başı genç karısının kaçırılmasıyla derde girer; o kadar zenginlik ve ün çare bulamazken bizim Ahbap’ın kapısı fidye değiş tokuşu için çalınacaktır.

Ahbap karakteri kadar filmin içinde komedi tansiyonunu yükselten pek çok kimseyi örnek gösterebiliriz ama içlerinden biri var ki; Vietnam Sendromu’nun farklı bir evresini yaşamakla meşgul Walter Sobchak filmin kaba komedi yönünü doldurmakla görevliymiş gibi yazılmış The Big Lebowski’de. Ahbap’ın en yakın dostu da olan Walter’ı, Rambo’nun iri kıyım hâliyle bir tutalım biz. Ancak iki Vietnam gazisinin arasındaki en temel farkı da söyleyelim ki kimin daha ileri görüşlülük yönünün baskın geldiğini isteyen tartmaya girişsin. Walter’ın tüm koşuşturma serüveninde tek yaptığı hikaye düğümlerini içinden çıkılmayacak kör düğüme evrilttiğidir. Arada sırada olayların çözüleceği bile varsa Vietnam’da kazandığı önceden tahmin etme yeteneği sayesinde Ahbap’ın başına çorap örmeyle yetiniyor. Yine de iri gövdesinin altında bir çocuk yattığını yakın arkadaşı kadar biz de biliyoruz .
forum resmi

Ahbap ve Walter’la beraber bowling grubunun üçüncü bir ortağı Donny de atlamayalım. Grup içindeki en sakin ve hassasları da olan bu kişinin hayatı sinirli Walter’ın “Kapa çeneni Donny” sözleriyle doldurulmuş. Fazla heyecana ve gürültüye gelemeyen üçüncü ortakları Donny’le ilgili fazla bir bilgiye muhatap olamayışımız bana kalırsa filmdeki yegane eksikliktir. Her üç karakterden bütünlendirilen Bowling grubu, Amerikan kültürüne pompalanan yiyin, için, eğlenin yönlendirmelerini eksiksiz yerine getirir... Coen kardeşlerin Big Lebowski’yi yapmalarındaki sebebin ana karakter ışığında kökenine indiğimizde, son dönem muhafazakar Amerikalıların karakteristik özellikleriyle karşılaşmamız oldukça ilginçtir. 70’lerden gelen pasifist Ahbapla, Vietnam Savaşına katılmış Walter’ı buluşturan tek bir düşünce bowling’den fazlası değildir. Bir anlamda, yönetmenlerimiz değişen zamandaki farklı düşüncelerin vakit öldürücü spor müsabakalarıyla nasıl bir araya getirildiğini de Amerikan halkının yüzüne vurur.

Filme hakim kılınan geyik muhabbeti kıvamındaki karşılıklı diyalogların fazlalığı kara film iskeletini absürd mizahtan enerji bulan bir anlayışla parçalamaya giriştirir. Kamera pek çok sahnede Ahbap ve Walter’ın bowling salonundaki her telden sohbetlerine odaklanırken, senaryo arka planda rehine elinde tutulduğu zannedilen Bunny’nin heyecan dolu fidye öyküsüyle de, işi daha da sarpa sardıran Walter’ın zeka dolu planlama yeteneğinin getirdiği ileri görüşlülüğün sonuçlarını aynı anda yürütmeyi deniyor. Seyirci; kulak dolduran geyik muhabbetiyle, fidye öyküsünün hikaye içinde doğuracağı kahkaha dolu sekansların sefasını son model kırmızı bir Vette’nin tüm camlarının Walter sayesinde indirilişiyle, nihilistlerin Ahbap’ın küvetine koydukları bir gelincikle, Walter’ın kopmuş bir parmağı bulmanın neresi zor ki övüncüyle, Jesus’ın bowling sırasında günlerinizi göstereceğim nidaları ve yine Walter’ın kendini ibadete adadığını iddia ettiği Sebt gününden (Yahudilerce cumartesi gününe yüklenen özel bir anlamı vardır) kaynaklanan birden fazla sahnenin eğlence verici akışında sürüklenir.

Kaygısızlığı, boş vermişliği ve her gittiği yerde içtiği White Russian kokteylinin etkisiyle her daim kafası dumanlı bir havailikle gezen Ahbap’ın dönmeyen dünyasında (Bowling oynama - White Russian kokteyli döngüsü sırasıyla devam eder) kaygı verici tek sebep Johnson’ının kesilmesi yani; hayat felsefesi edindiği en büyük dayanağı boş verelim sonuçta bir limana her türlü varırız düşüncesinin yegane kabusu hadım edilme korkusundan bir başkası değildir. Zamanı geldiğinde cinselliğini kullanması bile kendi arzusuyla gerçekleşmez sadece bir araçtan fazlası değildir Ahbap. Olaylar yumağını başlatan Bunny’nin borcu bulunduğu Jackie Treehorn’la yüzleşmesi sırasındaki daldığı düşün, artan libodusunun engellenemez çağrışımlarını birebir yansıtmasıyla da önemlidir. Jackie Treehorn semtte saygı gören bir porno yapımcısıdır. Madem Treehorn’un evinde rüya sekansına dalıyorsak en azından bir jeneriğimiz olmalı mantığıyla işlerlik kazandırılır bu rüya evresi. Düş dünyasındaki yolculuğu görkemli müzikallerin dekorları arasında Maude’a bowling oynamanın inceliklerini gösterme jimnastiğinin yerini bacaklar arasından labutları devirme sahnesi alır. Bowling ve aşkın birlikte yanan ateşi şeytan kıyafetleri giymiş nihilistlerin elindeki makaslarca kesildiğinde Ahbap’ın da rüyası son bulur.
forum resmi

Bilinçaltında yaptığımız gezinin tüm anlamı Ahbap’ın karmaşık zekası arasında kaybolduğumuz bir yolculuk olması gerekirken kesinlikle bowling ve cinsellikten fazlası değildir. Düşünüzü unutursunuz, akrabalarınızı ve eşinizi terk etseniz dahi baki kalan tek dostlarınız bowling ve Johnson’ınızdan başkası değildire getirilir yönetmenlerce. Coenlerin erkeklerin gözünden aktardığı senaryoları elbette içerisinde yaşadığı Amerikan kültürünün bir uzantısıdır ve aynı zamanda filmin altmetinlerini oluşturan dönemin siyasi konjonktürünün önerdiği hayat standartlarına da uygundur. Vietnam Savaşı sırasındaki aktivistlerin yerini 90’larda Irak’a saldırırken kimse almaz. Medyada 70’lerin sorunlu gençliğini bowlingle evcilleştirdiysek Vietnam’da madara olmuş iktidarımızı kazanmak için en az yoldaki Ahbap kadar şansımız var demeye getirileni aktarır Coenler. Tüm film boyunca eğleniriz ama Coenlerin yakın dönemden kurduğu saldırı ortamından, hayatı boş vermiş bireyin özeline yolculuğu absürd senaryo içinden bakıldığında en az kahkahalar kadar önemsenmelidir. Ahbap’ı, siyasi konjonktürlü altmetinleri anladık da Bunny’nin fidye meselesi ne oldu diyenleri de merakta bırakmadan yanıtlayalım: Walter ve Ahbap’ın kör düğüme çevirdiği olayların hiçbiri sonuç vermedi. Ve Bunny, kendi isteğiyle evine döndü. Daha farklısı da beklenilemezdi zaten.

Kadrosunu Jeff Bridges, John Goodman, Julianne Moore, Steve Buscemi, Philip Seymour Hoffman ve John Turturro’nun oluşturduğu bu Coenler klasiği, en az yönetmenin filmografilerindeki kadar 90’ların da en iyi filmlerinden biridir. Ve tekrar tekrar izlenilse de aynı keyfi almamanız imkansıza yakındır.


The Big Lebowski (1999)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder